İncir Ağacı Analojisi Üzerine
- nilsuaydinsite
- 1 Ara 2024
- 2 dakikada okunur

Sylvia Plath, İncir Ağacı analojisinde şöyle der:
“Yaşamımın, öyküdeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını görüyordum. Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, göz kırpıyordu. İncirlerden biri, bir eş, mutlu bir yuva ve çocuklardı. Bir başkası, ünlü bir ozan, öteki parlak bir profesör, biri şaşırtıcı editör Ee Gee, öbürü Avrupa, Afrika ve Güney Amerika, biri Constantin, Sokrates, Attila ve garip adları değişik meslekleri olan daha bir yığın aşık, bir başkasıysa Olimpiyat takım şampiyonu bir kadındı. Bu incirlerin üzerinde ve ötesinde, ne olduklarını pek çıkaramadığım daha bir sürü incir daha vardı. Kendimi dalların çatallandığı noktada otururken görüyordum. Ve incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. Hepsini ayrı ayrı istiyordum incirlerin, ama birini seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti. Ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararmaya başlıyor ve birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyorlardı.” - (Plath, Sırça Fanus)
İncir ağacı gibi dallanıp budaklanan yaşamlarımızda, her bir dal bir başka gelecek, her bir incir ise bir başka olasılığı işaret eder. Her bir yol, bir diğerini dışarıda bırakmak zorunda kalmamızın işareti olabilir. Bu sebeple bazı kararlar, bizler için oldukça zorlayıcı olabilir çünkü yapılan bir seçim diğerlerinin kaybı anlamına gelebilir. Yaşamımızda aynı anda farklı yollarda yürüyebilmenin mümkün olmayacağı anlar olabilmektedir. Karar vermekten kaçındığımızda, tıpkı incirlerin zamanla buruşup karararak yere düşmesi gibi, elimizde seçim yapabileceğimiz bir olasılık kalmaması da mümkündür.
Her şeyi seçmek istemek, bazen hiçbir şeyi elde edememekle sonuçlanır; çünkü seçenekler arasında kaybolduğumuzda, bazen geriye sadece belirsizlik kalabilmektedir. Belki de bu yüzden, yapmış olduğumuz seçimlerle barışabilmek ve bazen bir yolu seçmenin, başka bir yoldan vazgeçmek anlamına geldiğini kabul edebilmek önem taşımaktadır.
Seçim yapabilme cesareti; kaybı kabullenebilmeyi de içerir. Bu kabullenme geçmişin seçimleri ve kayıplarıyla barışarak o günkü kendimizi ve bize dair olanları anlamamıza imkân tanır. Bazen yapmış olduğumuz seçimlere, bazen de yere, ayaklarımızın dibine, düşmelerine izin verdiğimiz, vazgeçtiğimiz incirlere bakarak içsel bir keşfe çıkabilir, kendimizi ve dallanıp budaklanan yaşamımızı daha iyi anlamlandırabiliriz.
İncirlerle dolu bir ağacın ortasında, hangisini seçeceğine karar veremediği için açlıktan ölecek gibi hisseden bir insan gibi, yaşamında farklı yollar ve seçenekler arasında kaybolmuş hissetmek, bazen seçim yapamamanın getirdiği belirsizlikle, ruhsal bir açlık hissine dönüşebilir.
Belki de kendimizi derinlemesine keşfetmek, ruhsal açlığımızı anlamlı bir şekilde doyurmanın ve içsel dengeyi yeniden kurmanın bir yoludur.



